7 Nisan 2009 Salı

İSTİKLÂL MARŞI'MIZIN EN İYİ TAHLİLCİSİ: YAŞAR ÇAĞBAYIR yazısı

İSTİKLÂL MARŞI'MIZIN EN İYİ TAHLİLCİSİ: YAŞAR ÇAĞBAYIR

İSTİKLÂL MARŞI'NIN KABUL TARİHİ

Yaşar ÇAĞBAYIR

Geçenlerde bir öğretmen arkadaşa misafirliğe gitmiştik. Öğretmen arkadaş öğrencilerin Millî Mücadelemizin bir destanı niteliğinde olan İstiklâl Marşı'nın kabulü ile ilgili olarak değişik tarihler ileri sürdüklerini ve her biri de kendi söylediğinin doğru olduğunu iddia ettiğini söyledi.

Okullarda bu tarihin farklı farklı öğretildiğini belirtti. Bu konuşma benim geçmişte hazırlamış olduğum bir rapora kadar uzandı. Demek ki yine aynı hatalar tekrar edilmeye başladı. Güncelliği dolayısıyla o rapordan söz etmek yerinde olacak diye düşünüyorum.

Bir zamanlar müfettişler, sınıflarda öğrencilerin huzurunda öğretmene İstiklâl Marşı'nı söz olarak ezbere okutarak denetimde bulunuyorlardı. Fakat İstiklâl Marşı'nın kabul tarihine gelince dört ayrı tarihle karşılaşır olmuştuk. Malûm işimiz kalıp olarak ezberlemek. Hiç düşünmek, muhakeme etmek, araştırmak, biraz kafa yormak yok. Biri kalkar 25 mart 1925 der. Nereden biliyorsun denildiğinde "Kitapta öyle yazıyor" der. Bakarız kitaba gerçekten öyle. Başka biri 14 Mart, bir diğeri 25 Mart gibi farklı tarihler ortaya atarlar. Ama hiçbiri de kaynaktan yararlanarak işin doğrusunu bulmayı akıl edemez. En çok başvurduğu yer de elindeki ders kitabıdır. Ders kitabı.... evet en doğrusunun orada bulunması gerekirken... Güvenilecek gibi değil... İş başa düşer... Başladım araştırmaya... Sonunda bir rapor hazırladım ve "makam atlamama"nın gereklerini yerine getirerek aşağıdaki raporu Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu'na kadar iletilmesi için ilgililere sundum.

"Okul kitaplarında ve İstiklâl Marşı üzerine yazılmış kitaplarda Millî Marşımızın kabul tarihi ile ilgili değişik tarihlere rastlanmaktadır. Bir öğretmen olarak hangisini öğreteceğimizi şaşırdık. Doğrusunun hangisi olabileceği üzerinde araştırma yapmaya kalkıştığımızda şu tarihlerle karşılaşmış olduk:

"....BMM'nin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda... resmî marş olarak kabul edildi." [Meydan Larus, İstiklâl Marşı Maddesi s. 519]

"BMM'nin 14 Mart 1921 tarihli toplantısında... millî marş olarak kabul edildi." [Türkçe-6, Kemal Demiray, 1. bas. 1982; Ortaokullar için Türkçe-1, 2. bas. Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1983, 12/12/1 s.2.]

"... Bunun (İstiklâl Marşı'nın) Kurtuluş Savaşının en bunalımlı yılında (14 Mart 1921) yazılmış olduğunu belirtiniz." [Kemal Demiray, Temel Eğitim Okulları 6,7,8 sınıf Türkçe Öğretmen Kılavuzu, 1. bas. Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s. 5]

Temel Eğitim Okulları Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi (İsmet Parmaksızoğlu)'nin 105. sayfasına alınmış bir okuma parçasında "Meclisin 12 Mart 1921 tarihli toplantısında ... okunarak ayakta alkışlandı. 25 Mart 1921 tarihli toplantısında ise ... İstiklâl Marşı adıyla kabul edildi." [İlhan Yardımcı, İstiklâl Marşı'nın Kabulü, Marmara, 25 Mart 1981] olarak geçmektedir.

Resmî Gazete'nin fotokopisi (Eski Yazı ile): "Ceride-i Resmiye, Pazartesi 11 Recep 1339, 12 Mart 337" İstiklâl Marşının metni ve altında "Mehmed Akif, kabul tarihi 12 Mart 337, ictima: 6, celse:2" yazılı. [Bu fotokopi, Resimlerle İstiklâl Marşı, Ekonomik ve Sosyal Yayınlar AŞ. Ankara 1976, Okul Yayınları Serisi, Yayın No:1, s. 19'da yayınlanmıştır.]

"İstiklâl Savaşı sırasında yazılmış, 25 Mart 1925 yılında TBMM'nde dört defa ayakta dinlenerek yüzlerce şiir arasından millî marş olarak seçilmiştir". [Aynı eser, s. 15]
Görüldüğü gibi İstiklâl Marşı'nın kabulü ile ilgili dört değişik tarih mevcuttur:
12 Mart 1921,
14 Mart 1921,
25 Mart 1921,
ç) 25 Mart 1925.
Bunların içinde en inandırıcı görüneni ve güveniliri Resmî Gazete fotokopisi olmalıdır. "Kabul tarihi: 12 Mart 337" Burada eski (Rumî) takvimle bugün kullandığımız takvim arasında 13 günlük bir fark olduğu düşünülerek 25 Mart olacağı sanılabilir. Fakat 1917 yılında bu 13 günlük farkın giderilerek Rumî takvimdeki 1 Mart'ın, şimdiki 1 Mart'a getirildiği Türk Ansiklopedisi'nin Takvim maddesinde belirtilmektedir. Bu durumda İstiklâl Marşımızın kabul yılı olan 1921'de bu 13 günlük fark bulunmamaktadır. Gün olarak Resmî Gazete'deki 12 Mart, bugünkü 12 Mart'tır. 337 ise bugünkü kullandığımız takvime göre 1921'dir.
Sonuç olarak:
Çeşitli kitaplarda ve ders kitaplarında görülen diğer tarihler yanlıştır, 12 Mart 1921 olarak düzeltilmeli ve öğrencilere bu şekilde öğretilmelidir.
(EK. Ceride-i Resmî'nin İstiklâl Marşı metninin yer aldığı 12 Mart 337 tarihli sayfasının fotokopisi)
Bu rapora karşılık Millî Eğitim Bakanlığından alınan yazı aynen şöyledir:


TC
MİLLÎ EĞİTİM GENÇLİK VE SPOR BAKANLIĞI
Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı
Sayı, 611.EĞD.Başk.Koi.Şb. Md. 12204 Ankara, 8 Ekim 1984
Konu: İstiklâl Marşı'nın kabul tarihi
AYDIN VALİLİĞİNE
(Millî Eğitim Gençlik ve Spor Müdürlüğü)

İLGİ: Aydın Valiliği Millî Eğitim Müdürlüğünün 22.3.1984 tarih ve Orta Öğ. 311/9071 sayılı yazısı.
İliniz Söke 100.Yıl Atatürk İlköğretim Okulu öğretmeni Yaşar ÇAĞBAYIR'ın İstiklâl Marşı'nın kabulündeki tarih değişikliği hakkındaki İLGİ dilekçesi ve raporu, Başkanlığımızca incelenmiş, yapılan araştırmalar sonucunda, İstiklâl Marşının kabul tarihinin 12 Mart 1921 olduğu tespit edilmiştir.
Raporda sözü edilen Bakanlığımız kitaplarında, bu doğrultuda gerekli düzeltmeler yapılmak üzere not alınmış ve çalışmalara başlanmıştır.
Bilgilerinizi rica ederim.
Bakan adına.
Ülkü BİLGEN
Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı

21 Mart İstiklâl Marşımızın TBMM'de kabul edilişinin yıl dönümüdür.
İşte bu olay bana İstiklâl Marşı üzerinde derinlemesine çalışma yolunu açmış oldu. Ve önce "Türk'ün Bayrak Mücadelesi Açısından İstiklâl Marşı'nın Tahlili"ni yazdırdı. daha sonra tekrar gözden geçirerek daha geniş bir eser olan "İstiklâl Marşı'nın Tahlili"nin meydana getirilmesine vesile oldu. Birincisinin mevcudu kalmadı. İkincisi ise Diyanet Vakfı yayınları arasında ikinci baskısını yaptı. Dileyenler Diyanet Vakfı Yayınevlerinden veya Müftülüklerden temin edebilirler. Bu vesile ile Mehmet Âkif'i rahmetle anar, Allah'ın engin bağışına mazhar olmasını dilerim. Yeni Söke Gazetesi, 12 Mart 2002 Salı, Yıl: 9, Sayı: 2418

Yaşar Çağbayır
Biyografisi:
3 Mayıs 1945 tarihinde Denizli'nin Kocapınar köyünde doğdu. Orta hâlli bir çiftçi ailesinin çocuğudur. İlkokulu aynı köyde, ortaokulu Acıpayam'da bitirdikten sonra Denizli Lisesi'nde öğrenimine devam etti. Daha sonra da Bursa Eğitim Enstitüsü Türkçe (1968), Anadolu Üniversitesi AÖF Türk Dili ve Edebiyatı (1991) bölümlerini bitirdi. İlk görevine Konya-Ereğli Halkapınar Ortaokulu'nda başladı. Denizli ve Söke'de çeşitli okullarda çalıştıktan sonra 1985 yılında Söke İlçe Millî Eğitim Şube Müdürlüğü görevine atandı. Aynı dairede Oyhan H. Bıldırki ve Abdülkadir Güler ile birlikte görev yaptılar. Daha sonra 1992 yılında bakanlık değiştirme zorunda bırakılarak Söke Ziraat Teknik Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliğine atandı. Evli ve iki çocuk babası olan yazar Çağbayır, yerel gazeteler ve Beşparmak Dergisi'nde yazdığı araştırma inceleme yazıları, makale ve hikâyeleriyle tanınıyor.
OYHAN HASAN BILDIRKİ http://oyhanhasan.sitemynet.com/oyhan/

Çanakkale şehitlerine- ekmek teknesi

http://www.youtube.com/watch?v=BgMj6l2-UaU[/youtube]

İstiklal marşının yayınlandığı ceride-i resmiye ( resmi gazete) 21 mart 1921

İstiklal marşının yayınlandığı ceride-i resmiye ( resmi gazete)

http://img128.yukle.tc/images/7195istiklal_marsi_resmi_gazetede.jpg









. .

İngilizce İstiklal Marşı - wiktionary

Fear not! For the crimson flag that proudly ripples in this glorious twilight, shall not fade,
Before the last fiery hearth that is ablaze within my nation is extinguished.
For That is the star of my nation, and it will forever shine;
It is mine; and solely belongs to my valiant nation.
Frown not, I beseech you, oh thou coy crescent,
But smile upon my heroic race! Why the anger, why the rage? ¹
This blood of ours which we shed for you shall not be blessed otherwise;
For Freedom is the absolute right of my God-worshiping nation.
I have been free since the beginning and forever shall be so.
What madman shall put me in chains! I defy the very idea!
I'm like the roaring flood; powerful and independent,
I'll tear apart mountains, exceed the heavens ² and still gush out!
The lands of the West may be armored with walls of steel,
But I have borders guarded by the mighty chest of a believer.
Recognize your innate strength, my friend! And think: how can this fiery faith ever be killed,
By that battered, single-fanged monster you call "civilization"? ³
My friend! Leave not my homeland to the hands of villainous men!
Render your chest as armor and your body as trench! Stop this disgraceful rush!
For soon shall come the joyous days of divine promise...
Who knows? Perhaps tomorrow? Perhaps even sooner!
View not the soil you tread on as mere earth - recognize it!
And think about the shroudless thousands who lie so nobly beneath you.
You're the noble son of a martyr, take shame, hurt not your ancestor!
Unhand not, even when you're promised worlds, this paradise of a homeland.
What man would not die for this heavenly piece of land?
Martyrs would gush out should one simply squeeze the soil! Martyrs!
May God take all my loved ones and possessions from me if He will,
But may He not deprive me of my one true homeland for the world.
Oh glorious God, the sole wish of my pain-stricken heart is that,
No heathen's hand should ever touch the bosom of my sacred Temples.
These adhans, whose shahadahs are the foundations of my religion,
May their noble sound last loud and wide over my eternal homeland.
For only then, shall my fatigued tombstone, if there is one, prostrate a thousand times in ecstasy,
And tears of fiery blood shall flow out of my every wound,
And my lifeless body shall gush out from the earth like an eternal spirit,
Perhaps only then, shall I peacefully ascend and at long last reach the heavens.
So ripple and wave like the bright dawning sky, oh thou glorious crescent,
So that our every last drop of blood may finally be blessed and worthy!
Neither you nor my race shall ever be extinguished!
For freedom is the absolute right of my ever-free flag;
For freedom is the absolute right of my God-worshiping nation!

[edit] Footnotes

1: There is a literary element being employed here that may not be immediately noticeable. The Turkish flag is comprised of a white crescent and star superimposed on a crimson background. The poet is creating an imagery of a crescent and comparing it to the frowning eyebrows of a sulky face. To be specific, the flag (and the spirit of freedom which it embodies, under threat from invading nations against whom victory initially seems impossibly difficult to achieve, hence "coy") is being treated as a coy maiden with a sulky face (symbolically, the resentment of the invasion) who is playing hard-to-get. That is, the "coy" flag is being "playful" about letting the troops achieve ultimate victory and thus, freedom.

2: A literal translation of this word would be "the infinites" - a Turkish poetical word (with no direct English translation) that refers to everything that is perceived infinite by Man: the heavens, the oceans, the horizon, the Universe, etc.

3: Again, some explanation is required. What is being referred to as "civilization" is the invading European nations (France, Britain, Italy and Greece, to be specific) and their modern armies, which were superior in terms of equipment and manpower to the war-stricken, undermanned, and underfed Turkish forces that were hastily assembled by patriotic civilians and ex-military officials following World War I. This tight collaboration between civilians and former armed officials was due to the Ottoman Imperial Court's internal corruptions and the presence of individuals in power who preferred to protect their own interests rather than the interests of the greater public. (see Sultan Vahdeddin and Damat Ferid Pasha) This self-preserving behavior manifested itself as political inaction, an openness to foreign manipulation, trecherous collaborationism and the much-protested acceptance of an unjust treaty - actions that ultimately resulted in a hurt national pride, widespread feelings of resentment and humiliation, as well as the anarchic dissolution of the Empire. It was at such a grim point in time that a defiant new organization of armed and civil forces, led by Ataturk, gave the people hope for the future through a series of successful battles and liberation campaigns, which gradually turned into an increasingly successful War of Independence.
Thus, the poet is calling out to the Nation, and saying that while "the lands of the West may be armed with walls of steel", i.e. "while these European armies may have seemingly impenetrable/unbeatable modern technology and weaponry, do not be fooled/discouraged by their apparent superiority. Look at what we have accomplished so far with virtually non-existent arms and supplies! We are horribly fatigued, and at a disadvantage in every conceivable way, yet we still are able to succeed in our battle for liberty! This seemingly undefeatable 'monster' has had almost every one of its teeth knocked out (hence, 'single-fanged') by our victorious campaign! Our motivation, faith, and internal drive is what has and will continue to carry us through, and that is something that our enemies cannot remotely match. All we need for ultimate victory is the ability to recognize our true 'innate strenghts': a 'fiery faith' and the 'mighty chest (i.e. heart) of a believer'.

4: Prostration is the act of laying one's forehead on the ground as part of Muslim sacred ritual (see Namaz, As-Sajda or Salah). The image being painted here is that of a battle-fallen and pain-stricken man, who becomes ecstatic following the victorious end of the War of Independence. This is a man whose mind, body and soul have at long last found peace, and may finally ascend and reach the heavens, knowing that his homeland is finally safe and sound and that all his suffering was all worth it in the end.

wikili yazlım:


:'''[[Fear not!]] For the [[crimson]] [[flag]] that [[proudly]] [[ripple]]s in this [[glorious]] [[twilight]], shall not [[fade]],'''
:'''Before the last [[fiery]] [[hearth]] that is [[ablaze]] within my [[nation]] is [[extinguished]].'''
:'''For That is the [[star]] of my nation, and it will [[forever]] [[shine]];'''
:'''It is mine; and [[solely]] belongs to my [[valiant]] nation.'''

:'''[[Frown not]], I [[beseech]] you, oh [[thou]] [[coy]] [[crescent]],'''
:'''But [[smile]] upon my [[heroic]] [[race]]! Why the [[anger]], why the [[rage]]?''' [[¹]]
:'''This blood of ours which we [[shed]] for you shall not be [[blessed]] [[otherwise]];'''
:'''For [[Freedom]] is the [[absolute]] right of my [[God]]-[[worshiping]] nation.'''

:I have been [[free]] since the beginning and [[forever]] shall be so.
:What [[madman]] shall put me in [[chain]]s! I [[defy]] the very [[idea]]!
:I'm like the roaring flood; powerful and independent,
:I'll [[tear]] [[apart]] [[mountain]]s, [[exceed]] the heavens [[²]] and still [[gush out]]!

:The [[land]]s of the [[West]] may be [[armored]] with walls of [[steel]],
:But I have borders [[guarded]] by the [[mighty]] [[chest]] of a [[believer]].
:[[Recognize]] your [[innate]] [[strength]], my [[friend]]! And think: how can this [[fiery]] [[faith]] ever be [[killed]],
:By that [[battered]], single-[[fanged]] [[monster]] you call "[[civilization]]"? [[³]]

:My [[friend]]! Leave not my [[homeland]] to the hands of [[villainous]] men!
:[[Render]] your [[chest]] as [[armor]] and your body as [[trench]]! Stop this [[disgraceful]] [[rush]]!
:For soon shall come the [[joyous]] days of [[divine]] [[promise]]...
:Who [[knows]]? Perhaps [[tomorrow]]? Perhaps [[even]] [[sooner]]!

:[[View]] not the [[soil]] you [[tread]] on as [[mere]] [[earth]] - [[recognize]] it!
:And think about the [[shroudless]] [[thousand]]s who [[lie]] so [[nobly]] [[beneath]] you.
:You're the noble son of a [[martyr]], take [[shame]], [[hurt]] not your [[ancestor]]!
:[[Unhand]] not, even when you're [[promised]] worlds, this [[paradise]] of a [[homeland]].

:What man would not [[die]] for this [[heavenly]] [[piece]] of land?
:[[Martyrs]] would [[gush out]] should one [[simply]] [[squeeze]] the [[soil]]! [[Martyr]]s!
:May God take all my loved ones and possessions from me if He will,
:But may He not [[deprive]] me of my one [[true]] [[homeland]] for the world.

:Oh [[glorious]] [[God]], the [[sole]] wish of my [[pain]]-[[stricken]] [[heart]] is that,
:No [[heathen]]'s [[hand]] should ever touch the [[bosom]] of my [[sacred]] [[Temples]].
:These [[adhan]]s, whose [[shahadah]]s are the foundations of my [[religion]],
:May their [[noble]] sound [[last]] [[loud]] and [[wide]] over my [[eternal]] [[homeland]].

:For only then, [[shall]] my [[fatigued]] [[tombstone]], if there is one, [[prostrate]] [[⁴]] a thousand times in [[ecstasy]],
:And [[tears]] of [[fiery]] [[blood]] shall [[flow out]] of my every [[wound]],
:And my [[lifeless]] body shall [[gush out]] from the [[earth]] like an [[eternal]] [[spirit]],
:Perhaps only then, shall I [[peacefully]] [[ascend]] and at long last [[reach]] the [[heaven]]s.

:So [[ripple]] and [[wave]] like the [[bright]] [[dawning]] [[sky]], oh [[thou]] [[glorious]] [[crescent]],
:So that our every [[last]] [[drop]] of [[blood]] may finally be [[blessed]] and [[worthy]]!
:[[Neither]] you [[nor]] my race shall ever be [[extinguished]]!
:For [[freedom]] is the [[absolute]] [[right]] of my [[ever]]-[[free]] [[flag]];
:For [[freedom]] is the [[absolute]] right of my [[God]]-[[worshiping]] [[nation]]!

== [[Footnotes]] ==

'''1''': ''There is a [[literary]] element being employed here that may not be immediately noticeable. The [[Turkish flag]] is comprised of a white [[crescent]] and [[star]] [[superimposed]] on a [[crimson]] [[background]]. The [[poet]] is creating an [[imagery]] of a [[crescent]] and comparing it to the frowning [[eyebrows]] of a [[sulky]] [[face]]. To be [[specific]], the flag (and the spirit of freedom which it embodies, under [[threat]] from [[invading]] nations against whom victory [[initially]] seems impossibly difficult to [[achieve]], [[hence]] "[[coy]]") is being treated as a coy [[maiden]] with a sulky face (symbolically, the [[resentment]] of the invasion) who is playing hard-to-get. That is, the "coy" flag is being "[[playful]]" about letting the troops achieve [[ultimate]] victory and thus, freedom.''

'''2''': ''A literal translation of this word would be "the [[infinite]]s" - a Turkish poetical word (with no direct English translation) that refers to everything that is [[perceived]] infinite by Man: the heavens, the oceans, the horizon, the Universe, etc.''

'''3''': ''Again, some explanation is required. What is being referred to as "[[civilization]]" is the invading [[European]] nations ([[France]], [[Britain]], [[Italy]] and [[Greece]], to be [[specific]]) and their modern armies, which were [[superior]] in terms of [[equipment]] and [[manpower]] to the war-[[stricken]], [[undermanned]], and [[underfed]] Turkish forces that were [[hastily]] [[assembled]] by [[patriotic]] civilians and [[ex]]-military officials following [[World War I]]. This [[tight]] [[collaboration]] between civilians and former armed officials was due to the [[Ottoman Dynasty|Ottoman Imperial Court]]'s internal corruptions and the presence of individuals in power who preferred to protect their own interests rather than the interests of the [[greater]] [[public]]. (see [[Mehmet VI|Sultan Vahdeddin]] and [[Damat Ferid Pasha]]) This self-[[preserving]] behavior [[manifested]] itself as political [[Quisling|inaction]], an [[openness]] to foreign manipulation, [[treason|trecherous]] [[collaborationism]] and the much-protested acceptance of an unjust [[Treaty of Sèvres|treaty]] - actions that ultimately resulted in a [[hurt]] national pride, widespread feelings of [[resentment]] and [[humiliation]], as well as the [[anarchic]] [[dissolution]] of the [[Empire]]. It was at such a [[grim]] point in time that a [[defiant]] new organization of armed and civil forces, led by [[Ataturk]], [[gave]] the people [[hope]] for the future through a series of successful battles and liberation campaigns, which gradually turned into an increasingly successful [[Turkish War of Independence|War of Independence]].''

''Thus, the poet is calling out to the Nation, and saying that while "the lands of the West may be armed with walls of steel", i.e. "while these European armies may have seemingly impenetrable/unbeatable modern technology and weaponry, do not be fooled/discouraged by their apparent superiority. Look at what we have [[Turkish War of Independence|accomplished]] so far with virtually non-existent arms and supplies! We are horribly fatigued, and at a [[disadvantage]] in every conceivable way, yet we still are able to succeed in our battle for [[liberty]]! This seemingly undefeatable '[[monster]]' has had almost every one of its teeth knocked out ([[hence]], 'single-fanged') by our victorious campaign! Our [[motivation]], faith, and internal drive is what has and will continue to carry us through, and that is something that our enemies cannot [[remotely]] match. All we need for ultimate victory is the ability to recognize our true '[[innate]] strenghts': a '[[fiery]] faith' and the '[[mighty]] chest (i.e. heart) of a believer'.''

'''4''': ''[[Prostration]] is the act of laying one's [[forehead]] on the ground as part of Muslim [[sacred]] [[ritual]] (see [[Namaz]], [[As-Sajda]] or [[Salah]]). The image being painted here is that of a [[battle]]-fallen and [[pain]]-[[stricken]] man, who becomes [[ecstatic]] following the victorious end of the [[Turkish War of Independence|War of Independence]]. This is a man whose mind, body and soul have at long last found [[peace]], and may finally [[ascend]] and reach the heavens, knowing that his homeland is finally safe and sound and that all his suffering was all [[worth]] it in the end.''



{{Wikipedia|Istiklal_Marsi}}

[[Kategori:Türkiye]]
[[Kategori:Milli marşlar]]

[[tr:Fear not!]]

Wikipedia has an article on:

"Devşirme" Marşlarla Milliyetçilik... Taraf Gazetesi

"Devşirme" Marşlarla Milliyetçilik...

"Devşirme" Marşlarla Milliyetçilik...

Türklerin üç "milli marşı", Gençlik Marşı, İstiklal Marşı ve 10. Yıl Marşı'nın bestelerinin "gayri-milli" olduğu yolunda iddialar var. "Üsküdar'a gider iken..." ile başlayan türkünün ve Alpman'ın "Memleketim" şarkısının da müzikleri yerel değil.

"Bir gün Orta Tedrisat Müdürü odasında çalışıyordum. Kalpağımı masanın bir kenarına koymuştum. Kapı açıldı. İçeriye kısa boylu bir Erkanı Harbiye albayı girdi. Onu görünce ayağa kalktım, kalpağımı giydim. 'Buyurunuz' dedim. Bu zat 'Ben, Garp Cephesi Erkanı Harbiye Reisi İsmet' dedi. Kendisini masamın önündeki iskemleye buyur ettim, oturdu.

'Beni size Dr. Rıza Nur Bey gönderdi. Orduca karar verdik. Bir İstiklal Marşı istiyoruz. Bunun güftesini ve bestesini ayrı müsabakaya korsunuz. Her birini kazanana beşer yüz lira vereceğiz' dedi. Emirlerini hemen yapacağımı söyledim. O da kalktı gitti."

Bu satırlar 1921'de Maarif Vekâleti'nde orta dereceli eğitimden sorumlu olan Kazım Nami (Duru) Bey'e ait.



Milli şair görev başında

O sırada Ankara'da ev bulamadığı için, Taceddin Dergahında misafir edilen ve Meclis'e Burdur Milletvekili olarak katılan, "Çanakkale Şehitleri" ve "Bülbül" gibi efsanevi şiirlerin sahibi Mehmet Akif (Ersoy)'un "Milletin başarılarının para ile övülemeyeceğini" düşündüğü için yarışmaya katılmak istemediği, yarışmaya gönderilen 724 şiiri gözü tutmayan Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tannöver) Bey'in kendisine yazdığı davet mektubundan sonra fikrini değiştirdiği bilinir.

On elemeyi geçen yedi şiir Mustafa Kemal'in oturum başkanlığı yaptığı 12 Mart 1921 günü tartışmaya açılır. İyi bir hatip olan Hamdullah Suphi Bey, gür sesiyle Akif in şiiri okuduğunda milletvekilleri büyük bir heyacana kapılırlar. Diğer şiirlerin okunmasına gerek görülmez. Halbuki bazılarına göre o şiirler Akif in şiirinden "daha milliyetçi"dir.

Örneğin onlarda "Türk" terimi geçerken, Akif'inkinde "ümmet" anlamına gelen "ırk" terimi vardır. Şiir iki kez daha okunurken, Akif, utangaç bir tavırla başını kollarının arasına saklayarak, sıranın üzerine kapanmıştır. Hamdullah Suphi'nin hemen oylamaya geçmek istemesine, itiraz eden Bolu Milletvekili Tunalı Hilmi Bey şiirin bazı yerlerinin tadil edilmesi gerektiğini ima eder.

Ona göre oylamanın oldubittiye getirilmesi marşın meşruiyetini zedeleyecektir. Ama sözünü dinletemez ve Hamdullah Suphi'nin el kaldırma usulüyle yaptığı oylama sonucu Akif in şiiri "çoğunlukla" İstiklal Marşı olarak benimsenir. O günlerde büyük yoksunluk içinde yaşayan Mehmet Akif, yarışmanın başındaki tutumunu sürdürecek ve 500 liralık ödülü, Darü'l Mesai adlı hayır kurumuna bağışlayacaktır.

Şair çok ama besteci yok

Sıra beste yarışmasına gelmiştir. Aralarında şiir yarışmasına katılan Kazım Karabekir'in de olduğu 24 "besteci" eser göndermiştir, yani katılım çok düşüktür. Fakat o günlerde Yunan ordusu Polatlı'ya kadar yaklaştığı için Hükümetin ve Meclis'in Kayseri'ye nakli düşünülmektedir.

Sonunda, Meclis'te ordunun Sakarya'da savunma düzenine geçilmesi fikri galip gelerek, Ankara'nın tahliyesinden vazgeçilir ama yarışma unutulur gider. Bunun üzerine bazı bestekarlar kendi bestelerini çevrelerinde "İstiklal Marşı" diye yaymaya başlarlar. 1924'te bu kargaşaya son vermek için Milli Eğitim Bakanlığında bir kurul oluşturulur ve Ali Rıfat (Çağatay) Bey'in Türk müziği etkisindeki "acemaşiran" motifli bestesinde karar kılınır.

Ancak 1930'da nedendir bilinmez, Riyaset-i Cumhur Orkestrası Şefi Osman Zeki (Üngör)'ün Batılı tarzdaki bestesinin "milli marş olarak kabul edildiği" memleketin dört bir köşesine bildirilir. Batıcı modernleşme çabalarının bir sonucu olarak Türk musikisinin gözden düşmeye başlamasının ilk işaretidir bu karar.

İlk mezurlar

Ancak bu tarihten itibaren, "larda yüzen alsancak...", "nim milletimin..." "bu celal sana...", "kanlarımız sonra helal hakkıdır" gibi dizelerle savaşmak zorunda kalacaktır vatan evlatları. Çünkü marşta "prozodi hataları" vardır, yani güfte ile beste arasında bir ahenk yoktur. Marşın neden böyle olduğunu irdelemeden önce marşın besteleniş hikayesinin Zeki Üngör versiyonunu dinleyelim:

"İstiklal Savaşı'nın devam ettiği sıralarda ben Muzıka-i Hümayun muallimi idim. Yani doğrudan doğruya saraya ve Vahdettin'e bağlıydık (...) Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir'e girdiklerinden iki veya üç gün sonra evimde, Talim-Terbiye Heyeti azası ve terbiye mütehassısı dostum Haydar merhumla oturuyorduk. Kapı çalındı. İlkokul öğretmeni İhsan merhum geldi. Büyük bir heyecan içinde süvarilerin İzmir'e girişlerini anlatmaya başladı. Hepimiz coşmuştuk. Heme kalkıp piyano başına geçtim. Ve derhal içimde doğan parçayı çalmaya koyuldum. Böylece marşın ilk 'ti' yerine kadar akordu çıktı. Bu şekilde iki üç mezür yaptım (...) İki gün sonra beste bitti. Götürüp arkadaşlara gösterdim. Çok beğendiler.

Bunun üzerine bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim. Kıymeti hakkında daha kat'i bir fikir edinmek maksadı ile besteyi Viyana Konservatuarı direktörüne gönderdim. On gün sonra direktörden gelen bir mektupta eserin çok orijinal bulunduğu ve melodisinin Türk ihtişamına yakışacak şekilde olduğu belirtilerek tebrik ediliyordum. Bu mektup geldikten on beş gün sonra beni Ankara'dan çağırdılar, gittim. Bana Muzıka-i Hümayun-u bütün kadrosu ile Ankara'ya nakletmek vazifesi verildi (...) Vahdettin henüz padişah olduğu için bu işleri gizli yapıyorduk. Bir ay sonra da kimseye bir şey söylemeden Ankara'ya gittim. Ve hemen İstanbul'daki arkadaşları bir telgrafla çağırdım. Üç gün sonra geldiler. Böylece milli marşı bu heyete ilk defa olarak Ankara'da verilen o baloda Atatürk'ün huzurunda çaldık. İşte milli marş böyle bestelendi."

Dörtnala atlılar nerede?

Milli marş yazmaya talip bir bestecinin onay için "gayri milli" bir kaynağa, Viyana Konservatuvarı'na başvurmasının garabeti bir yana, Osman Zeki Bey, marşın pek ölgün bulunan ritminin kabahatini de başkalarına atarak temize çıkar.

İddiasına göre kendisi marşı İzmir'e dörtnala giren adıların sesini düşünerek bestelemiştir ancak kaydı yapan "Sahibinin Sesi" stüdyosunda teknisyenler, bunun çok süraüi bir marş olduğunu söylemişler, bu nedenle plağın aynı yüzüne bir marş daha çalmasını rica etmişlerdir.

Buna itiraz eden Osman Zeki Bey, "Marşı biraz ağır çalalım, böylece plak dolar. Sonra çalınırken gramofon biraz hızlıya ayarlanır, olur biter" demiştir. Ancak daha sonra halk marşı çalarken gramofonu hızlıya ayarlanması icab ettiğini düşünem. Bu açıklamaya inanip, "keşke böyle yapmasaydı" deyip geçiyoruz, çünkü ortada çok daha vahim bir iddia var.

İntihal mi?

O yıllarda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) Bursa Milletvekili olarak görev yapan askeri doktor Osman Şevki (Uludağ) Bey'e göre Osman Zeki Bey'in beşteki Karmen Silva adlı bir Alman (veya Avusturya) sokak şarkısından esinlenerek yapılmıştır. Yani özgün olmayan bir eserdir.

1924'ten 1930'a kadar geçerli olan Ali Rıfat Bey'in bestesinin "prozodi" açısından çok daha iyi olduğunu düşünen Osman Şevki Bey, bu iddiasını defalarca Meclis kürsüsünde dile getirmiş ancak ne besteciden ne de yetkililerden tatmin edici bir cevap alamamıştır. Şimdi sözü Osman Şevki Bey'e bırakalım:

"...Sekiz ay sonra Ali Rıfat Bey'in kardeşi Samih Rıfat Bey, Maarif Vekaletinden ayrılmış, onun yerine [Süleyman] Necati Bey geçmişti. Bu esnada Zeki Bey İstanbul'dan Ankara'ya gelerek yerleşmişti. Rivayete göre Zeki Bey kendi bestesinin Milli Marş olması için [Atatürk'ün eşi] Latife Hanım'ın tavassutunu rica etmiş ve o da Necati Bey nezdinde iltimas ederek bu suretle Ali Rifat beyin marşı men olunmuş ve sırada dördüncü olan Zeki beyin bestesi onun yerine geçmiştir. Bu rivayeti o zamanın mebusları hep böylece naklederler.

Zeki Bey'in, kendi zamanında iyi bir viyolonist olduğunu söylerler. Fakat bu muhterem zatın besteciliği hakkında biz, ancak menfi bir kanaat sahibiyiz. Evvelce Maarif Vekaleti tarafından mekteplerde okutulan bir musiki kitabında 'papatyalar' adlı şarkının notaları üstüne kendisinin 'bestekar' diye imza atması ve eskiden Sati Bey'in mektebinde musiki hocalığı ettiği esnada bunu talebesine kendi eseri olarak göstermesi hoş görülmez (...)

Ben bunu 07.05.1940'da CHP Meclis Gurubunda Maarif Vekilinden sordum ve izahat istedim. Sonra da İstiklal Marşı'na geçerek bunun ilk kısmını teşkil eden on ölçüsünün Karmen Silva adında bir sokak şarkısından transpozisyon suretiyle alındığı rivayetini naklettikten sonra sordum:

'Bu Marş, İstiklal Marşı olarak ortaya çıkarılmazdan evvel Vahdettin'e marş olarak takdim edilmiş midir, değil midir? Bu marşın orkestrasyonunu yapan Ermeni milletinden [Edgar] Manas Efendi değil midir?"

"Bizde bestekar yoktur"

Maarif Vekili Hasan Ali Yücel kendisine şu cevabı vererek adeta iddiaları doğrulamıştır:

"... Demek isteniyor ki bizim bestekarlarımız, kompozitörlerimiz yoktur, başka milleüerin bestelemiş oldukları şarkıyı alıp sözlerini değiştiriyor ve bu nağmeleri alıp kendi çocuklarımıza veriyoruz. Üstelik de bunları nereden aldığımızı söylemiyoruz. Arkadaşımızın bunda hakkı vardır. Çünkü hakikaten bir kısım şarkılarda ve marşlarda böyle iktibaslar, intihaller yapılmış ve bunu yapanlar da kemali cesaretie kendi adlarını altına koymuşlardır (...) Mütehassısların bendenize söylediklerine göre bu bize Karmen operasından bir kısım değil de Karmen Silva diye bir vals varmış, revaçta imiş, onun bilmem kaç batutası benziyormuş. Zeki Bey bunun orkestrasyonunu Ermeni bir zata yaptırmıştır..."

Sonuçta, Osman Şevki Bey'in ısrarlı sorularına rağmen, Zeki Üngör, eserini kısmen Karmen Silva adlı sokak şarkısından kopya ettiği yolundaki iddialara karşı suskun kalmıştır. Dolayısıyla İstiklal Marşı'nın bestesi üzerindeki 'gayri millilik' şaibesi hâlâ devam etmektedir! İlgililere duyurulur...

Şakıyan üç genç kız

Türklerin en çok bildiği ve sevdiği üç marştan biri olan "Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar" diye başlayan Gençlik Marşı, İsveçli besteci Felix Körling'e ait bir ormancı şarkısı. Marşın asıl adı "Tre Trallade Jantor" yani "Şakıyan Üç Genç Kız". Bazıları şarkının sözlerinin erotik olduğunu söylüyor ama İsveççe bilmediğim için kontrol edemedim.

Marşın "millileştirilmesi"1900'lerin başında oluyor. İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından kurulan "paramiliter" Osmanlı Genç Dernekleri'ndeki gençlerin "milli duygularının yoğunlaşması için" Mektebi Sultani'nin idman hocalarından Selim Sırrı (Tarcan) müzik eğitimi için gittiği Stockholm'den bir grup notayla gelir.

Gerisini İstanbul Erkek Muallim Mektebi Türkçe öğretmeni Ali Ulvi (Elöve) Beyden dinleyelim:

"Bir gün okulun uygulama odalarından birinde çakşırken, Selim Sim Tarcan ziyaretime geldi. O günlerde pek gözde olan bir İsveç marşı için güfte yazmamı istedi. Vakit geçirmeden çalışmaya koyuldum. I. Dünya Savaşının aleyhimize döndüğü yıllardı o yıllar. Gençlik ve halk kaygıya kapılmıştı. Marş yazarken başlıca amacım bu havayı dağıtmak, gençlere azim, ümit ve kalp vermek oldu..."

Mustafa Kemal çok seviyor

Marş ilk kez Ali Ulvi Bey'in okulunda [bugün St. Joseph Koleji] çalınır ve pek sevilir. Okul dışındaki ilk icrası ise 1916'nın ilkbaharında Kadıköy'de İttihat Spor Çayırı'nda olacaktır. Marşın Cumhuriyet döneminin en sevilen marşı olmasını ise Mustafa Kemal'e borçluyuz.

Önce Samsun'a giden Bandırma Vapurunun güvertesinde yıldızlara bakarak dalgaların sesini dinlerken; Samsun'dan Havza'ya giderken Çamlıbel mevkiinde arabası bozulduğunda ise yürüyerek Havza'ya giderken güç toplamak için, yanmdakilerle bu marşı söylemiş. Milli Mücadele sırasında ordudaki subaylara moral veren marşın resmen "milli marş" olması ise ancak 20 Haziran 1938 tarihli, 2400 Sayılı Kanun'la olmuş.

Bu bölümü eğlenceli bir anekdotla bitirelim: 1955'te İsveç'ten bir kız jimnastik ekibi İstanbul'a gelir. Spor ve Sergi Sarayı'nda yaptıkları gösteriyi piyano eşliğinde söyledikleri bir şarkıyla bitirirler. Şarkı "Tre Trallade Jantor"dur. Bunu Türklere yönelik bir jest sanan izleyiciler ayağa kalkar ve "Dağ başını duman almış/Gümüş dere durmaz akaarrrrr...."diye İsveçli sporculara eşlik eder. Durumu bilmeyen İsveç medyası da "centilmen Türk seyircisinin İsveçlilere jesti" olarak yorumlar. Nereden bilsinler, tam 40 yıl önce şirin şarkılarını millileştirdiğimizi...

Kemalist Güzelleme: 10. Yıl Marşı

Müziği "devşirme" olan marşlardan bir diğeri bazı kaynaklara göre İstiklal Marşının yerine hazırlatıldığını söylenen 10. Yıl Marşı. Marş adından da anlaşılacağı üzere 1933 yılında Cumhuriyet'in 10. yıldönümü kutlamaları için hazırlanmış. Güftesi Faruk Nafiz (Çamlıbel) ve Behçet Kemal'e (Çağlar), bestesi Cemal Reşit'e (Rey) ait olan marş, tüm dünyaya bir zamanların "Hasta Adamı"nın nasıl dirildiğini ve 10 yılda ne büyük işler başardığını anlatmayı amaçlıyor.

Marşı ilk kez 14 Ekim'de dinleyen Mustafa Kemal'in marşı beğenmesi üzerine önce İstanbul'da Beyazıt ve Taksim meydanlarında, Şehir Bandosu'nun eşliğinde marş talimleri yapılmış, ardından bütün yurtta bir marş seferberliği başlatılmıştı. Ancak 1940'larda çocukların ağzında "Hamama da gittik nalınla / Annem bizi yıkadı / Mis kokulu sabunla" şekline dönüşen marş, uzun süren bir kış uykusuna yattı.

1990'larda Güneydoğu'da kan gövdeyi götürünce Cumhuriyet'in bekasına ilişkin kuşkulara kapılan kesimler tarafından tozlu raflardan indirildi ve yeniden dolaşıma sokuldu. Bunda Cumhuriyet'in 75. Yılı için bestelenen marşın tutmamasının da rolü büyüktü. 28 Şubat 1997'de TSK tarafından RP-DYP Koalisyonuna verilen muhtıra sonrasında ise adeta Kemalist bir meydan okumaya dönüştü.

O tarihten bu yana Türkiye'yi iç ve dış düşmanların saldırısı altında hisseden kesimler, 10. Yıl Marşını topluca okuyarak kendilerini güçlü hissetmeye çalışıyorlar. Aynen mezarlıktan geçerken ıslık çalanlar gibi...

Beste "Gayri-milli" mi?

Bursa Milletvekili Osman Şevki Bey'e göre, Cemal Reşit Rey eseri bestelerken, librettosu (güftesi) ve bestesi ünlü yazar Jean-Jacques Rousseau'ya ait olan ve ilk kez 1752'de Kral XV. Louis'in huzurunda sergilenen tek perdelik "Le devin du village" (Köyün Kâhini) adlı operanın 'J'ai perdu tout mon bonheur/J'ai perdu mon serviteur' (bütün saadetimi kaybettim / hizmetçimi kaybettim) diye başlayan bölümden esinlenmiştir.

Osman Şevki Bey, bestedeki prozodi hatalarını bu kopyacılığa bağlar. Bu iddialara karşı uzun süre sessiz kalan Cemal Reşit Rey, sonunda böyle bir operanın tek bir notasından bile haberi olmadığını söylemekle yetinir. Ancak, Cemal Reşit Rey'in 1913'te, yani Jean-Jacques Rousseau'nun 200. doğum yılı etkinliklerinin düzenlendiği yıldan sadece bir yıl sonra, ailecek Paris'e yerleştiği; müzik eğitimini de bu ülkede aldığı düşünülünce "hiç duymadım" savunması inandırıcı görünmez. (AH/GG)

(Bu konuda kendi karar vermek isteyen okuyucular, Rousseau'nun operasını buraya tıklayarak dinleyebilirler.)

Kaynakça: Etem Üngör, Türk Marşları, Türk Kültürünü Araştırma Ens. Yayınları, Ankara, 1966; Ahmet Hatipoğlu, Türk Musikîsi Prozodisi, TRT Yayınları, Ankara, 1988; Nusret Karanlıktagezer, İstiklal Marşı ve Mehmet Akif Ersoy, 1986; Musiki Mecmuası, 1 Nisan 1954, S.74.

Taraf gazetesi - Ankara

26 Nisan 2008, Cumartesi